Dekoratif Ahşap Raflar...

Çiçek,şeker,havlu,baharat,stantları



Farklı, özel bir hediye mi arıyorsunuz…
 Size bunu sunmaya sizi memnun etmeye talibim

Burada sergilenen ahşap objeleri çeşitli kaynaklardan esinlenerek tasarlıyor ve üretiyorum. Mutfak önlükleri ve diğer hediyelik objeleri de  de aynı şekilde üretiyorum Burada oluş sebebim sadece hobi olarak değil, aynı zamanda para da kazanmak amaçlıdır. Ziyaret ve takipçilerimin de beni bu konuda desteklemelerini istiyorum. Ürünlerimin tamamı ücretsiz kargo ile kapıda ödemeli ve faturalıdır. Satışa sunulan ürün görsellerindeki aksesuarlar fiyata dahil değildir. Siparişler en geç 5 gün içinde teslim edilir. Siparişlerde yazı, renk, çiçek, aksesuar vs talepler doğrultusunda kişiye özele hale getirilir.













 




Alkol-Madde Bağımlılığı Afetler ve Ruh Sağlığımız



Alkol-Madde Bağımlılığı İçin Önerilebilecek Bir Bakış Açısı

Hazırlıyan:Dr. İnci Özgür İlhan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD, Alkol-Madde Bağımlılığı Tedavi Birimi
Son zamanlarda “seçilmiş” bazı kişilerin/populer kimliklerin madde bağımlılığı nedeniyle daha çok konu haline getirilmesi çok dikkat çekicidir. Oysa, Batı toplumlarındaki kadar yaygın görülmese de, madde bağımlılığı sorununun Türkiye için önemi üzerinde bu vesileyle durulması yerine toplumu ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu olarak durulması başta ruh sağlığı ve halk sağlığı profesyonellerinin işidir. Basın tüm toplum üzerindeki baskın ve öncelikli yerini bir kez daha akademik alandan önce gösterebilmiştir.
Bu yazıda alkol-madde bağımlılığı sorununun içinde ele alınması önerilen tıbbi model tanımlanacak ve madde bağımlılığı bir süreç olarak tanımlanmaya çalışılacaktır.
Alkol-Madde Bağımlısı için rastlanabilen (örtük/açık) yargılar “Madde kullananlar kontrol edilmesi gereken tehlikeli kişilerdir.”, “Madde bağımlıları iradesizdir.”, “Madde bağımlılığında tedavi sonuç vermez.” ifadeleriyle örneklenebilir. Bu yargılar, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, gibi bir çırpıda yapılabilen ayrımların hastalık-sağlıklı olma biçiminde yansımasıdır. Tıpta ontolojik hastalık modeline göre hastalık-sağlık bu tek boyutlu tanım içinde alınır ve hastalık bağlamından ayrı olarak kendi içinde tanımlanır. Ontolojik hastalık modeline göre nedensellik (yani etiyoloji-hastalık ilişkisi) doğrusal bir ilişkidir. Buna göre hastalık, hastanın/olgunun dışında ve ondan bağımsız gerçekliği olan durumdur. Tüm olgular aynıdır. Tüberküloz bir hastalıksa bunun nedeni bir mikroorganizmadır, tüberkülozun ilacı da bellidir. (Tıp öğrencisine kalan bu ilişkiyi ezberlemektir! Bu kadar bilgiye rağmen tüberküloz toplumun önemli bir kesimini yakalamaya devam etmektedir.) Fizyolojik hastalık modeline göre ise hastalık kişinin eylemleri, yaşam biçimi ve çevreyle ilişkileri bağlamında açıklanır. Hastalık sistemde bir şeylerin yanlış gitmesidir; hasta olan insan, yani “olgu” bu sistemin içinde merkezdedir. Alkol-madde bağımlılığı için bir adım daha ileri gidilmesi bağımlılığın tanımlanmasına katkıda bulunacaktır.
Bağımlılığın Gelişme Süreci-Değişimin Evreleri Modeline göre bağımlılığın gelişme “evreleri” tanımlanmıştır. Birinci evre “başlama ve bağımlılığın ortaya çıkması” evresidir. Bu evrede madde ile karşılaşılır ve kullanım başlar. İkinci evrede maddenin kullanımı hoşa giden ve olumlu yaşantıları getirir. Doğrudan (bunaltının giderilmesi gibi) ya da dolaylı olarak (toplumsal ödüllenme gibi) yaşanan olumlu sonuçlardır bunlar. Bağımlılığın erken evrelerinde ve maddenin ilk etkileri yaşandığında maddeyle bağlantılandırılan durumlar/sonuçlar maddeyi kullanma lehine motivasyonel yöndedir. Davranışın yinelenmesiyle madde/davranış-sonuç ilişkisi pekişir. İleriki bir zamanda maddeyi çağrıştıran durumlarla karşılaşıldığında bu motivasyonel süreçle başa çıkma ayrı bir çabayı gerektirecektir.
Üçüncü evre istenmeyen sonuçların ortaya çıktığı evredir. Bu evrede pek çok kişi davranışını sınırlayabilir ya da değiştirebilir, ancak bağımlılık gelişmişse bu olmayabilir; çoğu zaman da böyle değildir. Bu olumsuz sonuçlarla birlikte maddeyi kullanmanın olumlu sonuçları da yaşanıyordur. Bu evrede kişi olumsuz sonuçların maddeden kaynaklandığının hala farkında değildir; bağımlılık davranışıyla yaşamındaki sorunlar arasında bir nedensellik kurmaktan uzak durarak aynı davranış örüntülerini yineleyen bir biçimde sergilemeye devam eder. Bu bağlamda alkol/madde bağımlılığında belki de temel olarak üzerinde çalışılması gereken bir bilişsel-duygulanımsal süreç “bağımlıca düşünme”dir. Bu düşünce biçimi, gerçekliğin çarpık bir algılaması olarak değerlendirilmiştir: bağımlı birey -bağımlılıktan kaynaklanan- sorunlarının kaynağı olarak başkalarını görmektedir. Zamanı algılayışında da sorunlar vardır: Yakın gelecekle ilgili beklenenler, daha uzak gelecekle ilgili algılama zayıflığıyla ilgili olarak, önceliklidir. Bu sorunlarla ilgili rahatsızlığını en aza indirmek için de daha önce istediği sonuçları gördüğü madde kullanma davranışını sürdürür.
Dördüncü evrede (dönüm noktası ve bırakmanın başlaması evresi) maddeyi bırakma düşüncesi belirir. Bu düşünce bağımlılığın aslını oluşturan “ambivalansı” da beraberinde getirir. Bağımlılık davranışı bir taraftan zarar verirken bir taraftan da kişiye hizmet eder. Bu ambivalansın temelini oluşturur. Artık bu evrede kişisel sorumluluğun kabulu söz konusudur. Bağımlı kişi bir dönüm noktasındadır.
Değişimdavranışla ilgili farkındalığın artışıyla birlikte görülebileceği gibi bir sonraki aşamadan bir önceki aşamaya dönüşle de gerçekleşebilir (relaps-madde kullanma davranışının yeniden yapılanması. Tüm bu evreler boyunca doğrusal bir ilerleyiş söz konusu değildir; model durumsal, bilişsel, kişilerarası ilişkiler, kişisel ve biyolojik etkenlerin rollerini de dışlamamaktadır.
Bugünün toplumunda sıkça bulunan can sıkıntısı, çaresizlik, yalnızlık gibi yaşantılardan ya pasif yaşantı biçimlerine sığınarak (televizyon seyretmek gibi) ya da kompulsif, çabuk ve kısa süreli doyumlara yönelerek kurtulmaya çalışılmaktadır. Bu görüş, uzak sonuçları görmeksizin o anı yaşamaya vurgu yapan, plan yapmadaki güçlükler, gerçekçi olmayan çözüm yolları üretme, klişelere takılmış kısıtlı bir dil gibi işlevlerdeki eksikliklerle belirgin bir kişilik profili çizmiştir. Madde kullanımı da çizilen bu kişiliğin tercih edebileceği çok hazır bir seçenek olarak, diğer sayılan örnekler gibi çabuk bir çözüm olarak alınabilir. Doğan (1996) zamanla ilgili yaşanan bu algılama sorununu çağın hastalığı olarak adlandırmıştır. Bugünün modern toplumlarında, özellikle Batı için tanımlanmış bir özellik insanların “toplum” olma duygusunun manipulatif ve yalnızlaştırıcı güçlerin etkisiyle gelişemediği, bireylerin birbiriyle doyurucu ilişkiler geliştiremediği, dolayısıyla yalnızlaştığı, birbiriyle aktif ilişkiler geliştirmiş bir toplumdan çok bir “yığın” oluşturduğu, bireyin merkezi bir otoritenin etkisi altında otonomi kaybını yaşadığı ve her bireyin boş “kendiliğini” tüketim maddeleri, yemek, bağımlılık yapabilen maddelerle… doldurmaya çalıştığı ileri sürülmüştür.
Alkol-madde bağımlılığının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde tanımlanması çözümün de her iki düzeyde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki son günlerde, basının da manipülasyonuyla, bağımlılık sorunu tüm toplumun sahiplendiği bir sorun halinde halen konuşulmaktadır.


Afetler ve Ruh Sağlığımız
Korku, Kaygı, Endişe ve Panik Nedir, Nasıl Başa Çıkılır ?




Hazırlayan: Türk Psikologlar Derneği
İster büyük olalım ister küçük, ister kadın olalım ister erkek, ister varlıklı olalım ister yoksul, deprem hepimizi korkuttu. Korku, zaman zaman tüm insanların yaşadığı bir duygudur. Deprem gibi beklenmedik, bize zarar verebilecek bir şeyle karşılaştığımız zaman korkmak, vücudumuzu verdiği doğal bir tepkidir. Bize zarar verebilecek bir şeyle karşılaştığımız zaman, beynimiz ve sinir sistemimiz bizi bu tehlikeye karşı hazırlar. Örneğin bir arabanın hızla üzerinize geldiğini düşünün. Bir anda kendimizi geriye atar ve kaçarsınız. Bunu yapabilmeniz, vücudunuzda salgılanan bazı hormonlarla mümkün olur. Bu hormonlar kaslarımıza daha fazla kan gitmesini sağlar ve böylece çok çabuk hareket ederiz. Bu da bizim tehlikeli durumdan kaçmamızı sağlar. Deprem sırasında da bir anda kendinizi dışarı attınız, sevdiklerinizi kucaklayıp taşıdınız, ağır eşyaları kaldırdınız, ayaklarımız kırık camlardan kesildiği halde belki fark etmediniz. Tüm bunlar kendiliğinden oldu, çok fazla düşünmeden hareket ettiniz, çünkü bu gibi durumlarda vücudunuz otomatik olarak hareket eder. Bizi korkutan durumlarda vücudumuzu verdiği bir başka doğal tepki de donup kalmaktır. Bazı durumlarda kaçmak yerine hareketsiz kalmak daha iyi olabilir. Bazılarınız depremde hiç hareket etmeden beklemiş olabilir. Bu da sizi düşen eşyalardan, karanlıkta eşyalara takılıp düşmekten korumuştur. Korktuğumuz birşeyle karşılaşınca kaçmak da, donup kalmak da doğal tepkilerdir.
Depremin üzerinden çok zaman geçti. Artçı şoklar ve başka yerlerde olan depremler size o korktuğumuz geceyi hatırlatsa bile zamanla kendimizi daha iyi hissedip, gündelik yaşamınıza dönmeye başladınız.Yani bizi korkutan olay yavaş-yavaş geride kalıyor. Ancak bazen kendinizi çok rahat hissetmiyor olabilirsiniz.
Özellikle size depremi hatırlatan şeylerle karşılaşınca, ya da aklınıza depremle ilgili şeyler gelince, kalbinizin daha hızlı atmaya başladığını, ellerinizin titrediğini ve terlediğini, karnınızda bir şeylerin hareket ediyor gibi olduğunu, dilinizin damağınızın kuruduğunu, başınızın döndüğünü hissedebilirsiniz. O sırada aklınızdan "Ya yine deprem olursa", "Ya bana ve sevdiklerime bir şey olursa", "Depremde pek çok şey kaybettim, ya daha fazlasını kaybedersem", "Ya yer yarılır içine düşersem", "Kötü bir şey olacak", "Çoluğumu çocuğumu kaybedebilirim" gibi düşünceler geçebilir. Gözünüzün önüne depremde yaşadıklarınız gelebilir. Bazı sesleri tekrar işitebilirsiniz. Bunun üzerine tüm bunlardan kurtulmak için yaşadıklarınızı unutmaya, dikkatinizi başka bir şeylere vermeye çalışabilir, bulunduğunuz ortamdan uzaklaşabilirsiniz. İşte vücudunuzda hissettikleriniz, düşünüp hayal ettikleriniz ve bunlar darı kurtulup kaçmaya çalışmanız, sizin kaygılandığınızın/endişelendiğinizin ifadesidir.
Deprem sırasında yaşadığınız korku, gerçek bir olaya bağlıydı. Şimdi yaşadığınız kaygı ve endişe de bu olayla bağlantılı, ancak daha çok size depremi hatırlatan şeylerle ilgilidir: Mesela başka yerlerde olan depremler, hafif artçı şoklar, televizyondaki programlar sizi endişelendirmektedir çünkü size depremi hatırlatmaktadır.
Özellikle evinize girdiğiniz zaman, evinizin sağlam olduğunu bilmenize rağmen kaygınızın, endişenizin artlığını hissedebilirsiniz. Oysa ki u anda deprem olmadığını siz de bilmektesiniz. Hele eviniz sağlamsa, gerçekten korkacak bir şey yoktur. Buna rağmen daha önce yaşadığınız o korkutucu olayı hatırlatan bir sürü şey olduğu için yine de o duyguları yaşarsınız. Deprem sırasında yattığınız yatak, dışarı çıkarken ayağınıza takılan tabure, duvarlar, düşen çerçeveler gibi. Tüm bunlar, yukarıda bahsettiğimiz, "Ya yine....." düşüncelerini harekete geçirir. Vücudunuz sanki yine deprem oluyormuşçasına kaçmaya hazırlanır. Böylece kaygınız endişeniz artar ve kendinizi evden dışarıya atarsınız. Bu sefer size zarar verebilecek depremden değil, onu size hatırlatan ve aslında size zarar vermeyecek olan şeylerden kaçmaktasınız. Gösterdiğiniz bu tepki artık genellenmiş bir korku/kaygıdır. Yani, depremi size hatırlatan pek çok şeye (evde olmak, yatağınız, eşyalar, depremle ilgili aklınızdan geçenler, gözünüzün önüne gelenler, vs.) "sanki depremmiş gibi" tepki vermektesiniz.
Eğer kaygınızı, endişenizi kontrol etmeyi ve zamanla yenmeyi öğrenmezseniz, bir süre sonra bu duyguları daha yoğun yaşamaya başlayabilirsiniz. Bu kaygı hiç beklemediğiniz anlarda o kadar yoğunlaşabilir ki panikleyebilir, sanki hiç bir şey kontrolünüzde değilmiş gibi hissedebilirsiniz. Kalbiniz çok hızlı çarpar, bayılacakmış gibi olursunuz. "Eyvah yine deprem olacak!", "Deliriyorum" gibi düşünceler aklınızdan geçer. Kendinizi çok çaresiz, eliniz kolunuz bağlı hissedebilirsiniz. Deprem düşüncesini bir türlü kafanızdan atamazsınız. Bir işe konsantre olmakta güçlük çekebilirsiniz. Kötü rüyalar görmeye başlayabilir, gündüz uyanıkken bile bazı görüntülerin gözünüzün önünden gitmediğini fark edebilirsiniz.
Uykularınızda düzensizlikler olabilir. Zaman zaman vücudunuzda uyuşmalar da hissedebilirsiniz. Gelecekten umudunuzu kesebilir ve kendinizi.çok mutsuz hissetmeye başlayabilirsiniz. Sizi kaygılandıran, endişelendiren veya panik yaşatan durumlardan iyice kaçmaya başlayabilir ve böylece eve, çadıra kapanabilirsiniz. Bu da sizi iyice yalnızlaştırıp sevdiklerinizden koparabilir. Şu anda bile bu tür yakınmalardan bazılarını yaşıyor olabilirsiniz. Ama merak etmeyin! Bu belirtileri yaşayan pek çok insan vardır ve bu belirtilerin tedavisi mümkündür. Eğer siz de bu belirtileri yoğun olarak yaşıyorsanız ve söz konusu belirtiler gün geçtikçe azalmıyorsa, en kısa sürede bir psikolog veya psikiyatristten yardım isteyin.
Özetleyecek olursak, deprem hepimiz korkuttu. Bu doğal bir tepkiydi. Depremin üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen halen kaygınızın/endişenizin hala devam ettiğini hissedebilirsiniz. Bu kaygı ve endişe, size depremi hatırlatan şeylerle karşılaşınca daha da artıyor olabilir. Yani bu endişe aslında o anda yaşadığınız bir olaya (örneğin o andaki bir artçı sarsıntıya) değil, depremi size hatırlatan şeylere verdiğiniz bir tepkidir. Bu tepkiyi (yani kaygıyı ve endişeyi) daha ciddi sorunlar ortaya çıkmadan kontrol etmeyi öğrenebilirsiniz.
KAYGILARIMIZLA/ENDİŞELERİMİZLE NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ?
Yukarıda da bahsedildiği gibi kaygılanmak/endişelenmek, vücudumuzu, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı yoğun bir biçimde etkiler. Şimdi bu kaygıyı/endişeyi yenmek ve bedensel, zihinsel ve davranışsal olarak yaşadıklarımızı kontrol altında bulundurmak için neler yapabiliriz onu görelim.
VÜCUDUMUZ
Kaygılandığımız/endişelendiğimiz zaman kalbimiz hızla çarpar, kaslarımız gerilir, ellerimiz, terler veya titrer. Karnımızda sanki bir şeyler hareket ediyormuş gibi olur, dilimiz damağımız kurur, başımız döner, vs. Her şeyden önce kendinize bunların endişelendiğiniz zaman verdiğiniz doğal tepkiler olduğunu hatırlatın. Bütün bu tepkiler, sizi bir tehlikeden korumak için vücudunuzun çok kısa bir sürede, otomatik olarak verdiği normal tepkilerdir. Ancak bu tepkiler otomatik olarak ortaya çıktığı için bazen gerçek bir tehlike olmasa da sırf daha önce yaşanmış bir tehlikeyi hatırlatan şeylerle karşılaşınca da ortaya çıkar.
Vücudumuzun bu kaygı/endişe tepkisini normale döndürmek için yapabileceğiniz şeyler vardır. Öncelikle gergin olan kaslarınızı fark etmeyi öğrenin. Bunun için aklınıza geldikçe vücudunuzdaki kasları (ellerinizi, kollarınız, karnınızı, kalçalarınızı, bacaklarınızı, ayaklarınızı, yüzünüzdeki kasları) sık sık kasıp gevşetin. Bunu yaparken bedeninizin kasılmış hali ile gevşemiş rahat hali arasındaki farkı görmeye çalışın. Gün içinde işlerinizi yaparken gergin, kasılmış olan kaslarınızı mümkün olduğunca gevşetin. Vücudunuzdaki gergin kasları fark edip gevşetmeyi ve rahatlamayı öğrenmek biraz zaman alabilir. Sık sık alıştırmalar yapmanız gerekebilir. Bunun için kendinize zaman tanıyın.
Kaslarınızı gevşetmenin yanında, burnunuzdan düzenli nefesler alıp ağzınızdan vermek de vücudunuzun kaygıya verdiği aşırı tepkileri normale döndürebilir. Bunu yaparken en kritik nokta nefesinizi burnunuzdan aldığınızda, aşağıya karnınıza doğru itmektir. Yani nefes alınca karnınız şişmeli, göğsünüz değil. Nefesinizi verirken de ağzınızdan ve uzun sürede verin. Diğer bir deyişle nefesiniz içinizde uzunca bir süre kalmalı. Bu tür derin nefesler sayesinde içinize alacağınız bol oksijen kalp çarpıntılarınızı yavaşlatır, soluk alıp vermeyi rahatlatır, tansiyonunuzu normale döndürür.
Düzenli yapılan egzersizler, yürüyüşler de aynı şekilde vücudunuza daha fazla oksijen almanıza yardımcı olur ve rahatlamanızı sağlar. Her gün boş vakitlerinizde hızlı hızlı yürüyüşler yapın. Mümkün olduğu kadar beslenmenize dikkat edin ve dengeli beslenmeye çalışın. Vücudunuzun B ve C vitamini ihtiyacını karşılamak için bu vitaminleri içeren besinleri bol bol tüketmeye çalışın. Mesela yoğurtta B, yeşil biber ve poı2akalda C vitamini vardır. Kahveyi, çayı ve kullanıyorsanız sigarayı mümkün olduğu kadar azaltın. Çok fazla kahve kendi başına vücudunuzda kasılmalara yol açar.
Kaygınızı/endişenizi azaltmak için asla alkol veya hekim kontrolü dışında ilaçlar kullanmayın. Unutmayın, alkol ve madde bağımlılığı, kaygıdan daha zor baş edilen sorunlardır.
DÜŞÜNCELERİMİZ
Bahsedildiği gibi, kaygılandığınız zaman aklınızdan "Yine deprem olacak!", "Ya başıma birşey gelirse?", "Ya sevdiklerime birşey olursa?" gibi düşünceler geçebilir. Bu düşünceler kaygınızı daha da artırır.Dolayısı ile bu düşünceler "olumsuz" düşüncelerdir. Temel amacınız bu olumsuz ve sizi kaygılandıran düşüncelerin yerine olumlu, kaygınızı azaltan ve daha gerçekçi alternatif düşünceler üretmek olacaktır, Şöyle bir örnek düşünelim. Eviniz hasarsız olmasına rağmen girmekte zorluk çekiyorsunuz. Eve girdiğinizde kaygınız/endişeniz artıyor. Kendinizi kötü hissediyorsunuz. Evde olmak size depremi hatırlatıyor ve endişeleniyorsunuz. Derin bir nefes aldıktan sonra kendinize ilk söyleyeceğiniz "Şu anda deprem olmuyor. Dolayısı ile gerçek bir tehlike ile karşı karşıya değilim" olabilir. Eğer aklınızdan "Ya şimdi deprem olursa?" gibi bir düşünce geçerse o zaman da, yine derin bir nefes alarak "Ama bunu kimse bilemez. Üstelik ben artık deprem konusunda deneyiınliyim. Ne yapacağımı biliyorıım. Bunun yanında evde bir hasar da olmadığını biliyorum" gibi alternatif olumlu düşünceler üretebilirsiniz. Buradaki alternatif düşünceler örnektir. Siz kendi kafanızdan geçen olumsuz düşünceleri belirledikten sonra, sizi en fazla rahatlatacak ve aklınıza yatan, mantıklı bulduğunuz düşünceyi üretmelisiniz.
İsterseniz adım adım giderek olumsuz düşüncelerle nasıl başa çıkacağınızı öğrenelim.
l. Öncelikle sizi kaygılandıran ve eve girmenize engel olan olumsuz düşünceleri fark edin ve gerekirse yazın. Daha sonra bunlara ne kadar inandığınızı değerlendirerek 10 üzerinden bir not verin. En çok inandığınız düşüncelere 910, daha az inandığınız düşüncelerinize de daha düşük notlar verebilirsiniz.
2. Daha sonra bu olumsuz düşüncelere karşı olumlu, mantıklı düşünceler üretin. Her olumlu düşünce üzerinde kafa yorun ve onu geliştirin. Onun gerçekçi, aklınıza yatan ve sizin kaygınızı azaltan bir düşünce olmasını sağlayın. Bu yeni düşünceye de ne kadar inandığınızı da 10 üzerinden değerlendirin. Çok az inandığınız bir düşünce işinize yaramayacaktır. O durumda yeni ve daha çok inanacağınız bir düşünce üretin.
3. Daha sonra ilk olumsuz düşüncenin şimdi ne kadar inandırıcı geldiğine dair ikinci bir not verin. Göreceksiniz ki bu. ikinci not ilk nottan daha düşük bir not olacaktır. Yani olumsuz düşünce inandırıcılığını kaybedecektir. Bu da sizin kaygınızın düşmesine neden olacaktır.
DAVRANIŞLARIMIZ
İnsanlar onları korkutan şeylerden kaçarlar. Bu son derece doğal bir tepkidir. Ancak gerçek bir tehlike artık yoksa, bizi hala kaygılandıranlar genellikle o tehlikeleri bize hatırlatan şeylerdir. Böyle gerçek bir tehlikenin olmadığı zamanlarda, BİZİ KAYGILANDIRAN ŞEYLERİN ÜZERİNE GİDERSEK VE YETERLİ BİR SÜRE (KAYGIMIZ TAMAMEN ORTADAN KALKANA KADAR) K.AÇMAMAYI BAŞARIRSAK KAYGILARIMIZ AZALACAKTIR:
Geceleyin bir anda elektrikler kesilirse, karanlık önce bizi kaygılandırır. Ancak daha sonra duruma uyum sağlarız ve kaygımız azalır. Diğer deyişle, eğer bizi kaygılandıran ortamda yeterli bir süre kalır ve kaçmazsak, kaygımızın azaldığını görürüz.
Eviniz gerçekten sağlam olduğu halde eve gitmek sizi kaygılandırıyorsa şöyle bir yöntem izleyebilirsiniz: Önce derin bir nefes alın ve "Kaygıyı yenmenin en iyi yolu üzerine gitmektir" diye düşünün. Yukarıda bahsedildiği gibi olumsuz düşüncelerinizi belirleyin ve her birine karşıt gelen olumlu, mantıklı düşünceler üretin. Böylece eve girmeye daha olumlu bakmaya başlarsınız. Daha sonra yine derin bir nefes alarak eve girin. Eve girdiğinizde de olumlu düşünceleri aklınıza getirin. Bir yandan da vücudunuzu dinleyin. Gerilen kaslarınızı gevşetin. Düzenli olarak burnunuzdan derin nefesler alıp ağzınızdan verin. Unutmayın, o anda gerçek bir tehlikeyle değil, depremi size hatırlatan şeylerle baş etmeye çalışıyorsunuz.
Aşağıdaki tabloda, eve girmekle ilgili kaygı yaşayan birinin bu kaygıyla başa çıkma yolları özetlenmiştir. Sizin kaygınız eve girmekle ilgili olmayabilir. Ancak sizi kaygılandıran şey ne olursa olsun, bu yöntemleri kullanabilirsiniz.
Eğer eviniz sağlam olmasına rağmen içeriye girmek sizi kaygılandırıyor ve girince duramayıp çıkıyorsanız:
1. Kaygının/endişenin vücudunuzda yarattığı etkileri fark edin. Gerilen kaslarınızı gevşetmeyi öğrenin. Düzenli bir şekilde ve derin derin burnunuzdan nefes alıp ağzınızdan verin. Alkolden ve hekimlerin önermediği ilaçlardan uzak durun. Kahveyi, çayı ve sigarayı mümkün olduğu kadar azaltın. Düzenli egzersizler veya hızlı yürüyüşler yapın.
2. Eve girmenizi engelleyen olumsuz düşünceleri fark edin. Onları yazın. Her düşünceye ne kadar inandığınızı değerlendirin ve 10 üzerinden bir not verin. Daha sonra her olumsuz düşünceye karşıt olabilecek ve sizi rahatlatan mantıklı, aklınıza yatan, alternatif olumlu düşünceler üretin. Bu olumlu düşünceler üzerinde düşünün. Onları gerçekten aklınıza yatan olumlu ve gerçekçi düşünceler haline getirin ve her birine 10 üzerinden değerlendirin. Bunu yaptıktan sonra baştaki olumsuz düşüncelere ne kadar inandığınızı tekrar gözden geçirin ve 10 üzerinden yeni bir not verin. Göreceksiniz ilk verdiğiniz nottan daha düşük bir not vereceksiniz.
3. Burnunuzdan derin bir nefes alın ve evinize girin. Gerilen kaslarınızı gevşetin. Burnunuzdan düzenli nefes alıp ağzınızdan verin. Unutmayın, depremle değil, onu size hatırlatan zararsız şeylerle mücadele ediyorsunuz. Aslında sizi kaygılandıranlar kendi olumsuz düşüncelerinizdir. Daha önceden oluşturduğunuz olumlu düşünceler üzerinde yoğunlaşın.
4. Kaygınız/endişeniz tamamen geçinceye kadar evde kalın! Eğer kaygınız azalmadan kaçarsanız, aslında başınıza birşey gelmediğini görmeden gitmiş olursunuz. Bu durumda da kaygınızı/korkunuzu yenemezsiniz. Eğer evinizde yeteri kadar uzun kalırsanız bir şey olmadığını göreceğiniz için kaygınızın tamamen geçtiğine şahit olacaksınız.

Bu metindeki bilgiler Türk Psikologlar Derneği'nin halka yönelik hazıladığı belgeler'den alınmıştır

Güzel Hikayeler


TURNA KUŞU


Japonya'ya atom bombası atıldığında 2 yaşında olan bir kız, 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış. Savaşta öksüz ve yetim kalan zavallıcık hastaneye yatırılmış. Ama durumu ümitsizmiş.
Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında, kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadınmış. Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın ölmeden hemen önce "Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul" demiş ve son nefesini vermiş.

Küçük Japon kızı çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle  kağıttan turna kuşları yapmaya başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş. 1000 tane turna kuşu yapması işten bile değilmiş. Ama sağlığı da hızla bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört bir yanından insanlar kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamış.

Ama küçük Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayatta son saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı yüzünde bir tebessüm yatağında cansız yatıyormuş. Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşımışlar hastaneye. Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya'da bir 

müzede sergileniyor... 
Aynı hikayenin bir başka anlatımı

 Origami turna kuşunun gercek hikayesi.
Son zamanlarda nekadar da çok görür olduk hikayesini bildiğimiz de daha da anlamlı geliyor.
Belki bizde 1000 tane kus dövmesi yaparsak cok daha guzel günlere ulasabiliriz.
II. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek amacıyla, Amerika Birleşik Devletleri’nin Hava Kuvvetleri tarafından Hiroşima’ya atom bombası atıldığında küçük kız bu şehirde yaşıyordu. Atom bombasının yaydığı radyasyon sonucu Sadako Sasaki 10 yıl sonra öldü. Sadako’nun gösterdiği cesaret, onu Japon çocuklarının gözünde kahraman yaptı. Bu Sadakonun hikâyesi’ydi.
1954 yılının bir ağustos sabahı Sadako giyinir giyinmez dışarı koştu. Japonya’nın sabah güneşi koyu renk saçında ışıltılar saçıyordu. Gökyüzü masmaviydi, buluttan eser yoktu. Bu aslında iyi işaretti.
Sadako her zaman bir şansın doğacağını umut ederdi. Evine döndüğünde kız kardeşiyle iki erkek kardeşini hala mışıl mışıl uyurken buldu. Sadako birçok iyi şans işaretleri daha bulmuştu ancak bu iyi şans işaretleri kötüye gitmişti.
Sadako okulun atletizim takımındaydı yarışa çıkmıştı.Yarış sonunda bambu sınıfından öğrenciler Sadako’nun atletizmi takımlarına girmelerini istemişlerdi.Sadako’da kabul etmişti.İkinci yarışta Sadoko yedekteydi. (yedekler en son yarışırlardı) Sıra Sadoko’ya gelmişti. Sadako yarışı bitirdikten sonra başı dönmeye başladı ve bayıldı.Hemen onu doktora götürdüler. Sadoka atom bombası yüzünden lösemiye yakalanmıştı.Bu acı haberi öğrenen Sodako çok üzülmüştü.
‘Kâğıttan Bin Turna Kuşu’ efsanesi der ki: Bir insan kağıttan 1000 turna kuşu yaparsa dileği kabul olurmuş.Bunun üzerine Sadako ümidi kaybetmeyip kağıttan 1000 turna kuşu yapmaya başladı
Ne yazık ki, bu küçük Japon kızının yaşamı 1000 turnayı katlamaya yetmeyecek ve 25 Ekim 1955 günü 644 turnayı katlarken hayata gözlerini yumacaktır. Yine de arkadaşları, eksik kalan 356 turnayı katlayıp onun İçin kağıttan turna kuşu klubü düzenlemişlerdir
Dosya:Children’s Peace Monument 2008 01.JPG
Atom Bombası Çocuk Anıtı (Hiroşima Barış Anıtı Parkı)
Turna kuşu, o zamandan beri barışın simgesidir.
Sadako Sasaki anısına Hiroşima’da bir anıt yapılmıştır ve ABD’de Seattle Barış Parkı’nda bir heykeli bulunur, elinde ise kağıttan altın turna kuşu vardır


 Hardal Tohumu ve Cenaze


Hindistan’da yaşayan fakir bir kız mihracelerden biriyle
evlenmiş ve bir çocuk doğurmuştu. Çocuk koşup oynamaya başladığı günlerin
birinde müthiş bir hastalığa tutuldu ve üç-beş gün içinde öldü. Zavallı
kadın çocuğunu bağrına bastığı gibi doğruca bir bilgeye gitti. Ondan,
çocuğunu hayata döndürecek bir ilaç istedi.

Bilge:

“Peki, yavrum” dedi. “Bana birkaç hardal tohumu getir de, sana istediğin ilacı yapayım. Yalnız, hardal tohumunu öyle bir evden alacaksın ki, oradan

bir evlat, ana-baba, kardeş, akraba, veya köle cenazesi çıkmış olmasın...”

Kadın çocuğunu kurtarmak arzusuyla koşup şehirdeki evlerin kapısını çaldı.

Hardal tohumu şehirdeki her evde vardı. Fakat, kapısını çaldığı evler
arasında cenaze çıkmamış bir tek ev yoktu.

Kadın bilgeye döndüğü zaman işin gerçeğini anlamışa benziyordu. Anlamıştı
ki, bu dünyada yaşayan herşey ölümlüydü. Ölümsüz tek bir canlı yoktu...


(Doğu klasiklerinden)

Pembe Kurabiyeler

Herkese merhaba
Pembe cici kurabiyeler sizin için renk değişmeyi bekliyor...
Sevgiler
Mine






Örgü çantalar, eldiven,atkı,şal,şapka ve cüzdanlar

Yumuşacık,sıcacık şıklıklar...
Bu sitede sergilenen el işi çanta, şal, şapka, atkı, bere, eldiven ve benzeri aksesuarlar tarafımızdan üretilip çeşitli firmalara verilmektedir. Burada yer alan resimler ve modeller kaynak gösterilerek kullanılmalıdır. Aksi durumu da davranılması emeğe ve kişi haklarına saygısızlık olarak değerlendirilmelidir. Kaynak göstererek tüm ürünlerimin model ve resimleri kullanabilirsiniz. Modellerin uygulanması konusu başta olmak üzere her konuda size hiçbir karşılık beklemeden yardıma hazırız. Modeli beğenip ancak üretemeyenler, için biz üretebiliriz